DAREDEVIL SERİSİ VE ÇİZGİ ROMANLARA YATIRIM YAPMAK

Photo 26-04-2017, 16 13 08

 

Bazı çizgi romanlar ve kitaplar baskısı tükendiğinde bulmak çok zorlaşıyor. Bulsanız bile çok yüksek fiyatlar ödemek durumunda kalıyorsunuz. Sandman serisini tamamlamak, Batman Kara Ayna’yı, Amerikan Tanrıları’nı bulmak benim için hem uğraştıran hem de maddi açıdan çok zorlu olmuştu. Ancak sürekli yayın takip eden, seri toplayanlar beni anlayacaktır, eğer seriniz bozulursa, hikayenin devamını getiremezseniz bu gerçekten çok üzücü olur. Bu yüzden, biten serilerin ve kitapların ne kadar güç toplandığını bildiğimden, bir dönem bende konusunu bile bilmediğim ama tükenmek üzere olan serilere karşı ‘ya bir gün gerçekten ilgimi çekerse ve kaçırmış olursam’ korkusu oluşmuştu.

Deneyimlerime dayanarak bunun çok da mantıklı bir yaklaşım olmadığını söylemeliyim, sırf bitiyor ya okuyamazsam ya da günün birinde yatırım olur düşüncesiyle ilginizi çekmeyen bir çizgi roman/kitap almak gereksiz bir birikim olacaktır. Bence iyi bir okur vaktini ilgisini çekmeyen bir yayınla harcamamalı, hem vakit kaybı olacaktır hem de okuma isteğinizi köreltecektir. İleriye dönük yatırıma ilişkin kitap almak da gerçekten ilgilenen okurların o yayına ulaşmasını güçleştirir ki bunu etik bulmuyorum ve fırsatçılık olarak görüyorum, diğer bir yandan yaptığınız yatırım size karşılığını da vermeyebilir.

Daredevil’e dönecek olursak, nasıl olduğunu hatırlamadığım bir şekilde bu dönemde Daredevil’e rastladım ve ikinci cildinin tükendiğini gördüm. Aradan zaman geçtikten sonra, bir gün tesadüfen D&R’da dolaşırken bu ikinci cilt karşıma çıktı. Aynı korkuyla, cilde sarılıp, gerisini nasıl olsa tamamlarım düşüncesiyle eve getirdim. Halbuki konusunun ilgimi çekip çekmeyeceğini bile bilmiyordum.

Bu arada Marvel çizgi romanlarını çok sevmediğimi söylemeliyim. Karakterlerin hikayesini yeterince güçlü veremediğini, altını dolduramadığını, birbirini tekrarlayan çizimlerden oluştuğunu düşünüyorum. Aslında Marvel’a önyargılı yaklaşıyor da olabilirim. Ancak ne kadar denesem de ısınamıyorum.

Daredevil karakteri, okuyanların da bileceği üzere görme engelli avukat Matt Murdock. İlk olarak 1’den 8’e kadar ciltlerini, daha sonra da Korkusuz adlı orijin hikayesini okudum. Okumamış olanlar varsa hazır çıkmışken Korkusuz’dan başlamalarını öneririm. Daredevil karakterini Batman’e çok benzettim açıkçası. Hikayeler karanlık, acımasız ve Daredevil aslında bir süper kahraman değil, kendini yetiştirmiş bir kahraman. Hikayeler boyunca Iron Fist, Doctor Strange, Spiderman, gazeteci Ben Urich, iş arkadaşı Foggy Nelson ve Jessica Jones Matt Murdock’a yardımcı oluyor. Orijinde boksör babasının ölümüne tanıklık etmesinin verdiği hırs ve bir süre öğreticisi Stick’in de yardımıyla kendini geliştiriyor. Öncelikle Hell’s Kitchen’da acımasız Wilson Fisk (Kingpin) ile mücadele ediyor, daha sonra da hapse girmesini sağladığı ancak tahliye olduktan sonra intikam için geri dönen Alexander Bolt ile.

Kingpin’i hallettikten sonra kendini Hell’s Kitchen’ın yeni sahibi ilan ediyor ve sokakları tüm kötülüklerden temizliyor. Ancak burada şöyle bir sorun ortaya çıkıyor, Hell’s Kitchen temizleniyor ancak kötülük dünyanın farklı yerlerine yayılıyor. Bu gerçekçi yaklaşım seride beni çok etkilemişti. Çünkü diğer süper kahramanlar gibi kötüleri sadece öldürüp, hapse atıp onlardan kurtulmuyor. Onların sokaklardaki birebir sorumluluğunu da alıyor. Ayrıca, Daredevil’in birçok kız arkadaşı da oluyor. Ancak ya tehlikede yaşıyorlar, ya da intikam için öldürülüyorlar.

Çizgi romanlarda olayların gerçekçi bir temelinin olması beni her zaman daha çok çekiyor. Çünkü karanlık bir dünyada, kötülükle her gün mücadele ediyoruz. Bu yüzden, kendimi daha yakın hissediyorum. Kötülükle gerçekten mücadele edebileceğimize dair umut veriyor. Bunun yanında, kostümünü giymediği zaman Daredevil sadece bir insan, hepimiz gibi zayıflıkları, korkuları var.

Çizimleri de beğendim. Özellikle Altın Çağ ve İmgelem’deki grafikler etkileyici. Hatta İmgelem’deki çizim tarzını biraz Dave McKean grafiklerine benzettim. Dave McKean’in de görseller konusunda devrim niteliğinde olduğunu düşünürüm. Bu arada, Daredevil’in Netflix’de dizisini de izliyorum. Oldukça beğendim.

Batman gibi karanlık, gerçekçi kahraman hikayelerini sevenlerin Daredevil’i de seveceğini düşünüyorum. Mutlaka göz atın!

DC Comics Bombshells and Heroines in Comics

Processed with VSCO with c1 preset

I followed DC Comics Bombshells series from the beginning. For now, I wanted to review between #1 and #19 and Annual #1.

I recognized almost all of the heroines in DC Comics, I rather to read DC Comics comics and/or heroines most of the time when I decided to read super hero stories.

It gives me hope to read heroines. I think it has important place to be revealed this kind of powerful women figures who do not need to be saved by men when tackle of saving the world in feminist movement, especially in this series. In my opinion, reading this kind of series strengthen the position of women and heroines are good role models for that.

In addition, criticizing the drawings of the heroines with perfect faces and skinny bodies is kind of unnecessary after the latest series. I guess I can say most known example Wonder Woman who is a muscular Amazon woman (I think that the Gal Gadot is a very skinny for the role of Wonder Woman though, it is so Hollywood and disappointment for me). Even Wonder Woman continued being heroine after giving a birth to her child in some adventures. Also, She-Hulk is a good example for body-positivity. Batwoman who is one of my favorites is a queer and Jewish woman. On the other hand, Ms Marvel which is a quite original story is a Muslim. Storm is one of the most known black heroines. This kind of diversity gives hopes for the intersection of woman and comics. Some people think that this is a sales strategy and criticized it. In my opinion, I want to see more examples of this kind of comics and diversity. It is one of the best ways to make it visible. Because, women and all of the minority exposed to violence, abused or living under the threats. We need more examples for this reason to hope.

However, we do not read these comics just for giving us the diversity. We gave these examples or I recommend these series because they are drawing by talented artists, created by wonderful writers. I don’t love Batwoman just because she is a lesbian or Jewish. I love it because J.H. Williams direct the story with a dark, deep and fantastic drawings and she fights with powerful villains just like her. In other words, output makes it popular and that provides to make a heard the name of a lesbian heroine. In this perspective, I find these heroines and stories very successful.

If we turn the DC Comics Bombshells, when I heard they published the series, heroines with pin up styles in 1940s attracts my attention. Fans loved the drawings and characters, collectibles of this series got popular immediately. Stargirl, Zatanna, Harley Quinn, Batgirls, Supergirl, Batwoman, Poison Ivy, Wonder Woman, Catwoman, Joker’s daughter, Raven, all in this series. It is good to see the heroines working together and supporting each other. The story is not complete at first but it merges and completes itself. They created an alternative universe in World War II. They are not fighting just with villains and Nazis, they also fight with sexism which is good to see. Drawings are creative. Story is sometimes dramatic but most of the time fun. They really created an original serie, I am waiting for this  progress in Batwoman Rebirth series from the same writer Marguerite Bennett.

If you miss the shots, you can read volume 1 for now. I am very excited to see the rest of the adventure!

DC Comics Bombshells ve Çizgi Romanda Kadın Kahramanlar

Processed with VSCO with c1 preset

DC Comics Bombshells serisini ilk çıktığı andan itibaren takip ediyorum. Şimdilik, 1 ile 19. sayılar arasını ve Annual #1’ı gözden geçirmek istedim.

DC Comics’in çoğu kadın kahramanına aşinayım, süper kahraman hikayeleri okuyacağım zaman da çoğunlukla DC Comics’in çizgi romanlarını ve/ve ya kadın kahramanları seçiyorum.

Kadın kahramanları (diğer bir deyimle “heroine”leri) okumak bana umut veriyor. Güçlü kadınların ortaya çıkarılması, özellikle böyle bir seride hiçbir erkeğin yardımına ihtiyaç duymadan dünyayı kurtarma mücadelesinin feminist hareket içinde önemli bir yeri olduğunu düşünüyorum. Bu tür çizgi romanları okumanın iyi bir rol model oluşturarak kadınları daha da güçlendirdiği görüşündeyim.

Bunun yanında, kadın kahramanların sürekli olarak çok güzel bir yüzle ve muhteşem vücut hatlarıyla çizilmesinin eleştirilmesi son çıkan serilerden sonra bana biraz yersiz bir düşünce gibi geliyor. En bilinen örneğiyle Wonder Woman gibi kaslı bir amazon kadını (yine de filmde Gal Gadot’nun Hollywood güzellik anlayışına uygun biçimde skinny bir karakter olarak seçilmesini ben de eleştirenlerdenim) var önümüzde. Hatta bazı hikayelerde Wonder Woman anne olduktan sonra da süper kahraman olmayı sürdürüyor. Ayrıca, She-Hulk body-positivity açısından güzel bir örnek olacaktır. En sevdiğim kahramanlardan biri olan Batwoman ise queer ve Yahudi kimliğiyle karşımıza çıkıyor. Arkabahçe Yayıncılık tarafından Türkçe’ye kazandırılan ve bence son zamanların orijinal işlerinden biri olan Ms Marvel ise bizi Müslüman bir kahraman olarak karşılıyor. Storm ise en bilindik siyahi kahramanlardan biri. Bu çeşitlilik çizgi roman ve kadın kesişiminde büyük umutlar vaat ediyor. Bu durumu satış stratejisi olarak görüp eleştirenler de var. Ben ise bu işlerin daha fazla önümüze çıkarılması taraftarıyım, azınlığı görünür kılmanın en güzel yollarından biri bu. Çünkü kadınlar ve azınlık olan her kitle, tüm dünyada şiddete uğruyor, tacize maruz kalıyor, ya da bu tehdit altında yaşıyor. Bu yüzden bize umut verecek daha fazla materyale ihtiyacımız var.

Tabii bu hikayeleri sadece çeşitlilik yarattığı için okumuyoruz. Bu örnekleri verebilmemizin, önerebilmemin nedeni iyi çizerler tarafından, harika hikayelerle yaratılmış olması. Batwoman’ı sevmemin ve bana umut vermesinin asıl nedeni eşcinsel ya da Yahudi olması değil. J.H. Williams’ın derin ve karanlık hikayeye muhteşem çizgileriyle yön veriyor oluşu, karşısına aldığı güçlü düşmanlarını alt edebilmesi. Yani bize ulaştığı hali onu popüler yapıyor, bu da lezbiyen bir kadın kahramanın adının duyulmasını sağlıyor. Bu açıdan örneklediğim hikayeleri ve kahramanları başarılı buluyorum.

DC Comics Bombshells serisine dönecek olursak, serinin çıkacağını duyduğum zaman, 1940’lı yıllara uygun olarak pin up stilinde sadece kadın kahramanlarla bir hikaye yaratılması dikkatimi çekmişti. Hatta çizimler o kadar sevildi ki, figürleri anında popüler oldu. Stargirl, Zatanna, Harley Quinn, Batgirls, Supergirl, Batwoman, Poison Ivy, Wonder Woman, Catwoman, Joker’in kızı, Raven hepsi bu seride. Bütün kadın karakterlerin bir arada çalışması ve birbirine destek çıkması da ayrıca güzel. Hikaye başta kopuk kopuk ilerlese de serinin sonlarına doğru birleşiyor. İkinci dünya savaşı sırasında alternatif bir evren yaratılmış. Bu savaş sırasında kötülüğün yanı sıra seksizmle de mücadele etmek durumunda kalıyorlar ki bu mücadelenin de hikayeye eklenmesi ayrıca güzel. Çizimler oldukça etkileyici. Hikayenin dramatik yanları olsa da çoğunlukla eğlenceli. Ortaya gerçekten güzel bir hikaye çıkmış, yazar Marguerite Bennett’den Batwoman Rebirth serisinde de aynı ilerlemeyi beklediğimi söyleyebilirim.

Eğer fasikülleri kaçırdıysanız şimdilik cilt 1 olarak satın alıp okuyabilirsiniz. Serinin devamını ve yeni fasiküllerin elime ulaşmasını heyecanla bekliyorum!

ŞEHZADE YANGINI

Ekran Resmi 2015-05-19 20.28.39

Türkiye’de basılan çizgi romanlarda konu neredeyse hep Osmanlı Savaşları, Kurtuluş Savaşı ve kahramanlığın bu savaşlar üzerinden verilmesinden dolayı türkçe çizgi romanları pek sevmiyorum. Hatta bence, şu an fazlasıyla tüketilir bulduğumdan hoşlanmasam da, Hilal, İpek ve Burak, Kötü Kedi Şerafettin gibi karikatürlerin harika ciltleri var. Hatta, OKY kendi evrenini yarattı (Şebo’da İpek’e, Cihangir’de bir evde Şebo’ya rastlayabiliyordunuz) ve bunu harika buluyorum. Yine de seri olarak çıkan türkçe güzel roman bulamıyorum. Daha Seyfettin Efendi’yi okumadım, çok övülüyor, bu yüzden onu ayrı tutuyorum. (Umarım hatırlayamayıp haksızlık ettiğim olmamıştır, eğer farkedersem yazıyı güncelleyeceğim.)

Şehzade Yangını’nı ilk gördüğümde yine Osmanlı savaşlarının kahramanlaşmış bir tasavvuru olduğunu düşünerek elim gitmedi. Arkadaşımın tavsiyesiyle kitaba tekrar göz attım. Önce, illüstrasyonların güzelliği dikkatimi çekti.Hikaye ayrı bir harikaydı. Hikayeyi bu kadar iyi kılan sert olmasının yanı sıra kahramanların halkın içinden seçilip, yöneticilerin yerle bir edilmesiydi. Gerçi bunu söylemek için biraz erken, ama ilk cilt bu doğrultuda bir his veriyor.

Sahneler inanılmaz, bu kadar iyi çizimlerin olduğu çok az çizgi roman biliyorum. Storyboardların defalarca çizildiği belli. Hikayeyi daha çok çizimler şekillendiriyor zaten. Arka arkaya geçen sahneler değil de, gerçekten derin bir akışı olan ve sizi içine çeken bir romana dahil oluyorsunuz.

Çizgi romanlarla çok ilgileniyorsanız, hikaye bitiminde verilen kapak fotoğraflarının, yazar ve çizerlerle ilgili bilgilerin, hatta öyküyü oluştururken dinledikleri şarkıların bir listesinin ne kadar değerli olduğunu bilirsiniz. Ek olarak, bir sözlük ve storyboardları bulabilirsiniz ki benim için bu kısım da bir o kadar önemliydi. Bunun yanında, kostüm tasarımı, karakter tasarımı ve en önemlisi de ne kadar sayı olarak ulaşamasak da kapak fotoğrafları eklenmiş. Şehzade Yangını, bulabileceğiniz açık ara en değerli çizgi romanlardan biri, Türkiye’den böyle işlerin çıkıyor olması umut verici.

Keyifli okumalar

“BİLDİĞİNİZ KIZLARDAN DEĞİL”

Ekran Resmi 2015-04-17 22.29.46

2 sene kadar önce, sevgilimden yeni ayrılmış, bipolarımın manik evresiyle depresyonu arasında gidip geldiğim, Brenda’da sürekli sayfayı yenileyip ego dolu mesaj kutumdan bir kez daha uzaklaşmak istediğim, bir gün öncesinin sarhoşluğuyla kafam karman çorman bir şekilde bir pazar günü birşeyler izlemek için dizi sitelerinden birini açtım. Gossip Girl, Sex and the City gibi izlemekten keyif alacağım ama beni yormayan bir dizi ararken Girls’ü gördüm. Aynı gün ilk sezonu iki kere izledim. Lena Dunham’dan ne kadar etkilendiğimi, bir anda beni nasıl toparladığını hala hatırlıyorum. Benim için hala en etkileyici, ilham veren kadınlardan biri. Robyn’in Dancing On My Own şarkısını, evin içinde onunla beraber bağırarak söylediğimi, özgüvenimin bir kez daha ne kadar yenilendiğini unutamıyorum.

“İğrenç olmasının dışında, seksle ilgili görüntüler her zaman yıkıcıydı. Porno ve romantik komediler mesajı açıkça ve yüksek sesle veriyordu ve seksi kesinlikle yanlış anlamıştık. Nevresimlerimiz düzgün değildi. Hareketlerimiz doğru değildi. Vücudumuz yeterince güzel değildi.”

Lena’yı benim için bu kadar etkileyici kılan ‘yeni neslin idolü’ olması değil aslında. İlk sahnenin açılışını hatırlıyorum. Göbekli, Hollywood algısında çirkin bir kadının sevişme sahnesini açıkça göstermesi bende şok etkisi yaratmıştı. Bu kadar doğal olan bir sahneyi gözüm alışık olmadığı için yadırgamam, bir yerde Lena’nın başarısıydı. Lena hakkında tam olarak bunu seviyorum. Göbekli bir kadının açıkça sevişmesinden utanç ya da gurur duymuyor. Herşey doğal akışında gelişiyor. Feminizmle ilgili, ya da gördüğüm, öğretilen feminizmle ilgili, bu kadar doğal olandan gururlanılması hoşuma gitmiyor. Bu zaten olması gereken, göbekli bir kadın tabii ki açıkça sevişebilir, bununla ilgili neden gurur ya da utanç duymalıyım?

“Bir diğer sıkça sorulan soru ise, ekranda vücudumu ortaya koymanın ne kadar ‘cesur’ olduğuyla ilgili. Burada asıl söylenmek istenen, mükemmel olmayan vücudumu ortaya koymamın cesurca olduğu. Cevabım ise, sizi korkutmayan bir şeyin cesurca olmadığı. Paraşütle atlamam cesurca olabilir. Cüzamlı bir koloniyi ziyaret etmem cesurca olabilir. Yönettiğim seks sahnelerini çekmek, meme uçlarımda flaş patlatmak, bu gibi şeyler bende terör yaratmıyor.”

Girls izleyen herkes Lena Dunham’ın espri anlayışına aşikardır. Kitaptan bahsederken Girls’ten bu kadar çok bahsetmem, kitabın çoğunluğunun Girls’ün senaryosuna benzemesinden kaynaklanıyor. Ben kitabın İngilizce versiyonunu aldım, Lena’nın anlatım şeklini kaybedeceğini düşündüm. Lena her zamanki espri anlayışıyla, açıkça kendi hayatının detaylarını veriyor. Aşk, seks hayatından, vücudundan, terapi sürecinden, arkadaşlarından öğrendiklerinden, iş hayatından, vajinasını keşfe çıkmasından, hatta çantasının içinden çıkarmadıklarından bahsediyor. Lena’nın hayatının içine tam anlamıyla dahil oluyorsunuz. Ben listelediği kısımları (örneğin New York’a aşık olmamın nedenleri gibi) pek sevmedim. Okunurken yormayan satış taktikli New York bestseller kadın kitapları gibi, çabukça tüketilir geldi.

Bir kadının ne kadar güçlü olması gerektiği hakkında kitaplar okumuşsunuzdur. Bir kadının erkek arkadaşları tarafından ne kadar aşağılandığını tüm ayrıntılarıyla okuduğunuzu sanmıyorum. Ya da vajinasını nasıl keşfettiğini. Utandığımız, yargıladığımız herşeyin, kendi gerçeğiniz olduğunu keşfedeceksiniz. Ben de keşfettim. Lena’nın her cümlesi kendimi daha güçlü, daha özgür hissetmemi sağlıyor. Çünkü içten olduğunu biliyorsunuz. Bahsedilen herşeyin aslında size de ait olduğunu ve bunu reddettiğinizi kendinize itiraf edemediğinizi biliyorsunuz. ‘Bildiğiniz Kızlardan Değil’e kesinlikle göz atmalısınız.

Görüşmek üzere

ANATHEM

Ekran Resmi 2015-04-04 22.31.17

Gözün ışığı yansıtabilme yeteneğine sahip bir şey gördüğü zaman oraya yönelir. Aklınsa ışığın dağlardan veya kulelerden kaynaklanmadığını bilir. Aklın, içeride parlayan şeyin başka dünyadan geldiğini bilir. Güzelliğin bakanın gözünde olduğunu söyleyenleri dinleme.

Bilim kurgu en sevdiğim tür olmasına rağmen, iyi bilim kurgu kitaplarını bulmakta çok zorlanıyorum. İyi bilim kurgu kitapları, sürükleyici hikayesinden çok, yer ve zaman kurgusunda tutarlı olmalı bence. Çoğu kitap bu tutarsızlık ve iskeletindeki açıklıklar ve çiğ romantizmi yüzünden kaybediyor. 

 Son 3 aydır Anathem’i okuyorum. Okumuyorum çalışıyorum denebilir hatta. Her zaman önerdiği kitaplarla, beni benden iyi tanıdığını düşündüğüm kitapçı bir arkadaşımın önerisiydi bu kitap. Matematik okuduğum için özellikle beğeneceğimi söylemişti. Haklıymış.

Kitabın arkasında da ‘Bu romanın çok yoğun olduğunu söylüyorlar, sakın pes etmeyin.’ yazıyordu. İnanılmaz ağır ve yorucu bir roman, özellikle başlarda, matik sistemi ve dili anlamaya çalıştığınızda. Felsefe ve bilimle yoğrulmuş matlardan oluşan bölgelerle kurulmuş bir dünya karşınıza çıkıyor. Dünyanın diğer yerlerinden bağımsız hareket eden, kendi içinde bağımsızlığı ve kendine özgü bir sistemi olan bu matlar her 10, 100, 1000 senede bir ticaret ve tanışma için kapılarını açıyor. Hikaye ise Edhar mezhebinde başlıyor. Belirli bir eğitim ve sınavlardan geçerek gelen Fraalar ve Suurlar mat içinde en önemli rolü oynuyorlar. Edharcı mezhebine mensup Fraa Erasmas’ın ağzından öyküyü dinliyoruz. Genç, cesur ve oldukça zeki Fraa Erasmas ve öğreticisi Azuz Orolo’nun üzerinden, mezhep içinde gördükleri bir olayın tutarsızlığını farkedip üzerine gitmeyleriyle hikayenin olay örgüsü başlıyor. Uzaylılar, diğer değişle ‘Geometriciler’le tanışma, bu tanışmaya gidene kadar Fraa Erasmas’ın arkadaşlarıyla birlikte seyyahlık süreci oldukça etkileyici. Hikayenin bu kısmından daha etkileyici olan ise bütün bu zamanda Fraa Erasmas’ın kendini ve etrafını sorgulama süreci.

Deat’a göre Cnoüs, kendisinin yapmakta olduğu gibi fiziksel idollere tapmanın bir hata olduğunu zira bunların sadece başka bir alemde yaşayan gerçek tanrıların kaba heykelleri olduğunu ve kendi ellerimizle yaptığımız sanat eserlerine değil, o tanrıların kendilerine tapmamız gerektiği sonucunu çıkarmıştı.

Bir önerme (bu herhangi bir kitabın herhangi bir konusu ya da cümlesi de olabilir, kişisel hayatımda yaşadığım bir durum da), eğer yanlışlığı üzerinden, çelişkisine rağmen devam ediyorsa ya da ettiriliyorsa, bütün tartışma/okuma hevesim kaçıyor. Bilimsel (aynı zamanda felsefi) yöntemleri kullanılarak çelişki elde edilen herhangi bir konu düşürülmüş sayılmalıdır. Yöntem bunu gerektirir ve her zaman da doğru önerme ve sorgulamayla yola çıkarsanız, doğru sonuca ulaşmanıza sağlar. Stephenson’ın fire vermeden yazdığı önermeler, elde ettiği sonuçlar büyüleyici derecede zekice. Anlamsız referanslı bilimsel önermelerle uzayan bilim kurgu kitapları kabak tadı veriyor. Öykünün, mekanın, kişilerin kendi içindeki tutarlılığı da bu kitabı oldukça iyi bir bilim kurgu romanı yapardı. Ancak bu haliyle, Anathem inanılmaz bir hal almış.

Okumak isteyenler için ben de bir not düşeyim. Okuması en güç kitaplardan biriydi. Olayları kavramam günlerimi aldı. Ancak sakın bırakmayın. Kitap bir öğreti gibi, her sayfada yeni bir bilgi, yeni bir yöntem kavrayacaksınız. Ayrıca okumak için ileri düzeyde bilim ya da felsefe bilgisi gerektirmiyor, korkutmasın, zaten arkada gerekli olan açıklama, sözlük eklenmiş. Stephenson’un kurguladığı yeni dünya modeline mutlaka dahil olmalısınız.

Görüşmek üzere

KIŞ UYKUSU

Ekran Resmi 2015-03-29 22.31.04

Derslerimin yoğunluğundan ve sürekli proje yazmakla uğraştığımdan son zamanlarda film izlemeye pek vaktim olmuyor. Aslında bu hafta en yoğun haftalarımdan biri olmasına rağmen, bütün hafta yağan yağmur ve sonucunda içime düşen sıkkınlıkla yapmam gereken herşeyi bir tarafa bırakıp bir film seçmeye karar verdim. Uzun süredir Kış Uykusu’nu merak ediyordum, DVD’lerin arasında kaybolurken araya sıkışmış Kış Uykusu’nu gördüm ve istek listemde ilk sıralarda olan filmi aradan kaçırdım. Önceden söylemem gerektiğini hissediyorum, yazdıklarım spoiler içeriyor.

Normalde de istek listeme bol ödüllü filmleri, aldıkları ödülleri referans alarak ön sıralara yerleştiriyorum. Bazen beklentimi karşılamıyor, ama çoğunlukla daha iyi çıkıyorlar. Nuri Bilge Ceylan hali hazırda bir referanstı benim için ve harika bir iş başarmış. Film Kapadokya’da geçiyor. Ağırlıklı olarak eski tiyatrocu şimdiki otelci Aydın, kız kardeşi Necla ve eşi Nihal arasında geçse de, yan roller filmi olması gereken yere getiriyor. Teknik olarak yetkin olmadığımdan, filmin detaylı bir teknik açıklamasına giremem, ama her zamanki Nuri Bilge ışığı, açısı, renkleri sizi filmin içine alıyor. Zaten giriş sahnesiyle birlikte büyülemeye başlıyor.

İlk dikkat çekici sahne benim için Aydın ve kız kardeşi Necla’nın, Aydın’ın çalışma odasında sohbet ettikleri sahne. Arkada bir zalim Caligulo’nun Albert Camus imzalı posteri görünüyor. Aydın’ın Necla’yla olan sohbetinde, “Benim krallığım küçük ama en azından kral benim” diyerek Caligula’ya atıfta bulunulması dikkatimi çekti. Bu atıf, Aydın’ın dışarıya gösterdiği kişiliğine de bir ayna tutuyordu. Aydın’ın Necla’ya olan ikinci sekansta, Necla’nın bir vicdani sesmişçesine arkadan Aydın’a karşı çıkması ve sohbetleri, Aydın’ın ve Necla’nın buna uygun konumlandırılması sanırım en güzel sahneydi. Aydın’ın kibirli, entelektüel tavrı, her defasında yüzünüze çarpıyor ve yan karakterler aslında tam bu noktada onu kendisiyle yüzleştiriyor. İmam Hamdi’nin kirli ayakkabılarını kenara itelemesi, ayağının kokusundan rahatsız olup açtığı pencere, sarhoş İsmail’in şoför Hidayet ile kavgasında bir adım arkadan korkuyla izlemesi, onu daha da kendine döndürüyor. Nihalle kavgalarında suçunun ne olduğunu sorarken bile kibiri yüzünden akıyor. Nihal’i dışarıdan her izlediğinde kendi yalnızlığını gözetliyor. Kışın sonunda, tavşanı öldürdüğünde ise korkaklığına ateş ediyor ve kış uykusu böylece sona eriyor. Bütün bir film boyunca bir entelektüelin kendiyle hesaplaşamama hali, kendini kendine kabul ettirememesi, bu durumun onu yalnızlaştırması inanılmaz etkiliyor.

Aydın’ın eşi olan Nihal, Aydın’ın kibirinden sıkılmış, yalnız bir kadın. Ancak Nihal de kendi içindeki hesaplaşmasını filmin sonuna kadar sürdürüyor. Boş zamanlarını okullardaki zor durumdaki öğrencilere ve öğretmenlere bağış yapmakla geçiriyor. Yine de, bunun Nihal’in vicdanını rahatlatmak için burjuvazi hayatının bir parçası olmaktan çıkamadığını görüyoruz. Aydın’ın, köylülere dikiş öğretmek için aldığı mektubu okuyup yardım toplamak istediği sırada, yine kibirinden kaçınamayıp mektupta maddi bir yardım istenmese de bunun öncelikli bir durum olmadığını söyleyip, yardım etmekten kaçınıyor. Bunun yanı sıra, İmam Hamdi’ye yardım etmek için parayı bizzat kendisi teslim etmeye çalışıyor. Sarhoş İsmail’in onun vicdanını yerle bir etmesi gereken nedenleri sıraladığında tepki bile göstermeyip, İsmail parayı ateşe ettiğinde ağlamaya başlıyor. Nihal Aydın’ı her defasında eleştirirken, aslında kendini eleştiriyor, ama yüzleşmekten kaçınıyor. Necla’nın da Nihal hakkında dediği gibi, “Bunlar hayatı boyunca çalışmamış bir kadının günah çıkarma merasimi. Aç bir köpeğe kemik atmadan önce en az köpek kadar aç olmak gerekir.”

Şoför Hidayet ise, filmin her saniyesinde arkasına Aydın’ın güçlü konumunu alıp, şiddet uygulamaktan kaçınmıyor. Etrafına varlığı ve kibiriyle korku salan Aydın’ın, korumacı uşağı bütün sahnelerde güç gösterisinde bulunuyor. Tren istasyonunda elindeki valizlerle kayan ayakkabılarının arkasından dimdik gelen Aydın’ın gölgesini görmezden gelip, kendinden olana dokunmaktan kaçınıyor. İmam Hamdi’yi karda, uzak olan evine bırakmamak için uydurduğu bahane, sarhoş İsmail’e saldırmaları bunun en güzel örneği sanırım. Hidayet için, tüm sakilliğiyle, eline tutuşturulan konyağı yutmak, onu diğerlerinden önde hissettirmeye yetiyor.

Diğer yandan, bütün bu samimiyetsizliğe, haksızlığa şahit olan bir çocuk görüyoruz. Büyüdüğünde polis olmak istiyor. Nuri Bilge, burada Türkiye’deki polisin zorbalığına atıfta bulunuyor. 

Diğer bir detay da, Haluk Bilginer’in eski bir tiyatrocuyu, Nejat İşler’in de sarhoşu oynaması. Böyle bir ironiyle karakterleri gerçek hayatta da yüzleştirmeye çalışması çok hoşuma gitti.

Her saniyesinden keyif aldığım, sonuna kadar Cannes’ı hakeden bir iş yapmış Nuri Bilge Ceylan. Bence şimdiye kadar gelmiş en iyi Türkiye filmi. 

Görüşmek üzere

 

OH NEIL

Processed with VSCOcam with p5 preset

Gods die. And when they truly die, they are unmourned and unremembered. Ideas are more difficult to kill than people, but they can be killed, in the end.

I planned to do this post as a review of The Art of Neil Gaiman, but I guess this will be my thoughts about him with taking a help from this book. One of my friend who I trust about books, talked about the illustrations of some book called Graveyard Book by Neil Gaiman almost three years ago. Even though I took a mental note before, I remembered neither the name of it nor the author, except something about graveyards. 2-3 months later, another friend of mine who works in a book store said that he had comics called Sandman and could give me these. Actually I wondered the Sandman series for a very long time, but I didn’t feel ready for that kind of long-running series but I took the books anyway. That was the moment that I meet Neil Gaiman.


When I was writing Sandman I would occasionally steal imagery from my dreams, almost never got plots, but occasionally images were incredibly useful.

I started to read Preludes and Nocturnes (vol. 1), Worlds’ End (vol. 8) and The Kindly Ones (vol.9) which were given by my friend. The series has 11 books in total, it says reading in order is not necessary on the back of the books but I think, the references is more understandable when you read in order. Sandman, i.e. Morpheus, known as Lord of the Dreams, member of the Endless Family. We are meeting his siblings who called Destiny, Death, Desire, Destruction and Delirium through the series. We meet all of the family members in a family dinner in a particular moment in the 5th book which is called ‘You Game’. On the other hand, Death is the most recognizable character, Gaiman writes another volume called Death. Sandman is full of allusions to Greek Mythology and it contains many philosophical views. Gaiman’s intervention to dreams which are most powerless, desperate areas of people’s, through stories with that deep is fascinating. New editions of some of his books are not published anymore in Turkish language. I found ‘You Game’ very hardly and my sweet girlfriend bought ‘Fables and Reflections’ which is out of print, and this will be one of the best presents that I will have this year. I think, Sandman and The Cure must accompany each other. When Dream encounters with Lucifer and he is challenged by him, there is not any better choice for a background song than The Fear of Ghosts. The series begun with DC Comics’ recommendation from Neil Gaiman. After 25 years passes from the series released, ‘Sandman Overture’ comes out today. I am buying the issues but these are not coming simultaneously to Turkey, so I did not read them yet. However, I looked at the illustrations and they are amazing. J.H. Williams III always comes with incredible designs already. In addition, if you plan to collect Overture series, I highly recommend to special edition ones. It contains interview with Neil Gaiman and J.H. Williams III, their playlists’ when they prepared the issues, sketches, publishing process and many more, and I think that is valuable.

People are used to the idea of Death with a sickle and a cape. I wanted to do a Death that would challenge people’s conception. I wanted to do the kind of Death I would want to meet when I die.

If we looked at Gaiman’s books, they are absorbing and dark as usual. American Gods is out of print in Turkey, I am still searching it. The book will be adapted to TV series in 2015 if I’m not mistaken. Graveyard Book is so innocent but has a little bit of darkness. The story is about a boy whose family are killed by ‘Men Who Wear Black’ and adopted and protected by ghosts in a graveyard. I recommend listening James Blake with the book, and one of my friends said Genc Osman fits perfectly, I agree with him. ‘Nowhere’ is about Richard Mayhew who has a boring and ordinary life. He helps an injured woman and the story begins. BBC made a mini TV series of the book in 1996 and it is quite dark, ironic and deep as the book.

Coraline which is known as animation adapted is also one of the Gaiman’s book. I think the book is deeper, we are watching a girl who called Coraline and adventures of that girl with dolls, but the book is about how powerful she is. Gaiman wrote the book to his daughter as an advice anyways.

Also, Gaiman is one of the writers of ‘Batman: Whatever Happened to the Caped Crusader?’. I guess the comic does not satisfy the expectations (I say it based on the average number of goodreads.com which is 3,9 and also comments in the site). As a Batman fan, I can easily say the comic is awesome. I think this story is not about Batman who we know. This is a completely different version of the standard Batman stories and it is amazing. It is a fan story and obviously Neil Gaiman shows himself in every word, the stories are ironically dark in a Gaiman way. If you like Neil Gaiman, you will definitely like the comic. It is kind of like the Tim Burton’s Batman (also fans don’t like these films so much either), it is not about the real story, Batman’s power, their enemies’ hates, or other cliche stories that we can predict, but the completely different and charming version of Batman. It is like a special edition designer product. You want it in your collection, but it is not seem like your favorite product exactly.

It can be said about Gaiman that his writings are as deep as ironic and absurd also. I think the value of that is even though he confronts your biggest fears in the dark with revealing your deepest secrets, he puts a smile on your face. You can also feel feminism in all of his books. Women characters come through every problem without help, he loves reckless women more and makes it unbeknown, so it should be. This is more distinctive in his latest books, after dating with Amanda Palmer who is one of the most disturbing people in the world. Also she is a clever and brave feminist singer. I don’t support the idea of feminism but I love the opinions of her and the way of showing them. They made a CD called ‘An Evening with Amanda Palmer & Neil Gaiman’ with Gaiman. Neil Gaiman’s gradution speech from Philadelphia University of Arts is below. It worths every second of 20 minutes. In addition, ‘Bathroom Talk’ of Gaiman & Palmer as a Bonus video.

With joy

OH NEIL

 

Processed with VSCOcam with p5 preset

Tanrılar ölür. Ve gerçekten öldüklerinde, yas tutulmaz ve hatırlanmaz. Düşünceler, öldürmek için insanlardan daha zorludur, ancak en nihayetinde, onlar da öldürülebilir. 

Bu yazıyı The Art of Neil Gaiman incelemesi olarak yapmayı planlamıştım ancak sanırım kitaptan yardım alarak, Neil Gaiman’la ilgili fikirlerimi paylaştığım bir yazı olacak. Yaklaşık 3 sene önce kitap zevkine güvendiğim bir arkadaşım, konuşurken Neil Gaiman’ın Mezarlık Kitabı’nın harika illüstrasyonlarından bahsetmişti. Aklımın bir köşesine not etmiş olmama rağmen ne yazarını ne de kitabın ismini hatırlıyordum, mezarlıkla ilgili birşeyler olması dışında. Bundan 2-3 ay sonra da kitapçıda çalışan başka bir arkadaşım, elinde Sandman serisinden bir kaç çizgi romanın olduğunu ve verebileceğini söylemişti. Sandman serisini uzun süredir merak etmeme rağmen, bu kadar uzun soluklu bir seriye kendimi hazır hissetmemiştim ama yine de kitapları aldım. Neil Gaiman’la tanışmam, Sandman’le böylece başladı.

Sandman’i yazarken bazen rüyalarımdan görüntüler çaldım, çoğunlukla taslaklar yoktu, ama görüntüler inanılmaz kullanışlıydı.

Arkadaşımın verdiği ‘Düş Müziği’ (cilt 1), ‘Dünyaların Sonu’ (cilt 8), ‘Merhametliler’ (cilt 9) kitaplarıyla başladım, toplamda 11 kitaplık seri, kitapları okurken sıralamaya ihtiyacınız olmadığı yazıyor ancak ikinci kitabı okumaya başladığımda hikayeler bambaşka olsa da referansların daha kolay anlaşılabileceğini düşünüyorum. Sandman, diğer adıyla Morpheus, Düş Lordu. Endless ailesinin Dream (Rüya) adlı üyesi, kardeşleri Destiny (Kader), Death (Ölüm), Desire (İhtiras), Destruction (Yıkım) ve Delirium (Hezeyan), seri boyunca karşımıza çıkıyor, özellikle beşinci cilt olan ‘Sen Oyunu’ aile yemeğiyle başlıyor ve hepsiyle tanışıyoruz. Ayrıca, seri boyunca en çok karşımıza çıkan karakterlerden biri Death, hatta Neil Gaiman’ın Death isimli ayrı bir kitabı da mevcut. Sandman, Yunan Mitolojisi’ne göndermelerle dolu bir seri ve bunun yanında felsefe yüklü. Gaiman’ın insanların en güçsüz, en çaresiz alanı olan rüyalara, bu kadar derin hikayelerle müdahale etmesi büyüleyici. Laika ve Arkabahçe Yayıncılık’tan çıkan kitaplar tükenmek üzere. ‘Sen Oyunu’’nu (cilt 5) sürekli gittiğim bir çizgi romancının yakasına yapışıp 11 kitabın bulunduğu seti bozdurarak almıştım. 6. cildi de aylardır arıyordum, neredeyse her yere haber bırakmıştım. Seriye türkçe başladığım için bozmak istemiyordum ve sonunda iki hafta kadar önce, çok tatlı kız arkadaşımın Arkabahçe’de bulduğu ‘Fabllar ve Yansımalar’ son zamanlarda aldığım en güzel hediye olacak. Bence Sandman serisini okurken The Cure çok güzel eşlik ediyor; Dream, Lucifer’le karşılaşıp meydan okuduğunda, arka plana The Fear of Ghost’dan daha fazla uyan bir şarkı olamazdı. Sandman serisi, DC Comics’in Gaiman’dan bir seri istemesiyle başlıyor. Serinin çıkışından 25 yıl geçmesinin ardından bugün ‘Sandman Overture’ çıkıyor. Fasikülleri topluyorum ancak Türkiye’de eş zamanlı çıkmadığı için henüz okumaya kıyamıyorum. Çünkü ilk sayının Türkiye’ye gelmesinden itibaren ikinci sayı 5 ay sonra geldi. Ancak çizimlerine göz attım, harikalar. Zaten J.H. Williams III her zaman inanılmaz işler başarıyor, ne kadar DC tarafından haksızlığa uğradığını düşünsem de. Bir de Overture serisini toplayacaksanız special edition (özel basım) olanlarını öneririm, içinde Neil Gaiman ve J.H. Williams’ın röportajları, hikayeyi oluştururken her ay dinledikleri playlist ve basım süreci gibi ekleri var, bence oldukça değerli.

Pelerinli, oraklı Ölüm fikrini insanlar kullandı. Ben insanların düşüncelerinin sınırlarını zorlayan bir Ölüm yaratmak istedim. Öldüğüm zaman tanışmak isteyeceğim cinsten bir Ölüm.

Gaiman’ın kitapları ise yine bir o kadar sürükleyici ve karanlık. ‘Amerikan Tanrıları’’nın baskısı tükenmiş ve her yerde arıyorum. Yanlış hatırlamıyorsam 2015’te dizi olarak uyarlanacak. ‘Mezarlık Kitabı’ alabildiğine masum, ailesi ‘Siyah Giyen Adamlar’ tarafından öldürülen bir çocuğun bebekken mezarlıktaki hayaletler tarafından evlat edinilip, korunmasıyla ilgili bir hikayeyi anlatıyor. Kitabı okurken bir arkadaşım Genç Osman dinlemeyi önermişti, gerçekten çok yakışıyor, bence James Blake de bir o kadar yakışıyor. ‘Yokyer’ isimli kitabıysa sıradan ve sıkıcı bir hayatı olan Richard Mayhew’ün yaralı bulduğu bir kadını kurtarmasının ardından, fareler tarafından yönetilen Aşağı Londra’daki Lağım Halkı’na katılmasını anlatıyor. BBC 1996 yılında bu kitap için 6 bölümlük bir mini dizi çekmiş. Dizi de kitap kadar karanlık, ironik ve derin.

Animasyon olarak bildiğimiz ‘Coraline’ yine Gaiman’ın aynı adlı kitabından bir uyarlama. Kitap animasyonla karşılaştırılınca çok daha derin, filmde Coraline adlı bir çocuğun oyuncak bebeklerle olan maceralarını izliyoruz, ancak kitap Coraline’ın ne kadar güçlü olabileceği ile ilgili. Zaten Neil Gaiman bu kitabı kızına bir öğreti olarak yazmış.

‘Batman: Pelerinli Süvari’ye Ne Oldu?’ adlı Batman hikayelerinden birinin yazarlarından biri ise yine Gaiman ve her kelimede kendini hissettiriyor. Sanırım çizgi roman Batman okurlarının beklentisini çok da karşılamamış (bu fikrimi goodreads.com‘daki 3,9’luk ortalamaya ve yorumlara dayanarak söylüyorum). Bir Batman hayranı olarak çok rahat söyleyebilirim ki, harika bir çizgi roman ama Gaiman okumayanlara yabancı gelmesini anlayabiliyorum. Başka bir şekilde anlatacak olursam, Pelerinli Süvari’ye Ne Oldu? biraz Tim Burton’ın çektiği Batman filmlerini andırıyor (zira bu filmleri yine Batman fanları pek sevmiyor), çok sevdiğiniz bir eşyanın, bir tasarımcının kendine has tarzını konuşturduğu özel yapım eseri gibi, en sevdiğiniz eşyanızın bir tasarımcının gözünü yansıttığı, değerine değer biçen, kullanmaya kıyamayacağınız, bibloluk versiyonu.

Gaiman hakkında, yazılarının karanlık olduğu kadar, ironik ve yer yer absürd olduğu da söylenebilir. Gaiman bu yüzden bu kadar değerli, sizi karanlıkta en büyük korkunuzla yüzleştirip, tüm sırlarınızı ortaya döktüğünde, hala gülümsetebildiği için. Bunun dışında Gaiman’ın kitaplarında feminizmi her yerde hissedebilirsiniz, kadın karakterleri daima bütün sorunların üstesinden yardım almadan gelebilir, umursamaz kadınları daha da çok sever ve bunu gözünüze sokmadan yapar, farketmeden özümsersiniz, tam da olması gerektiği şekilde. Bu durum son kitaplarında, daha doğrusu çoğu insanın hoşlanmadığı, sevimsiz, feminizm adına söylediklerinin ve yaptıklarının korkusunu bir an bile yaşamayan şarkıcı Amanda Palmer’la birlikte olduktan sonra daha belirgin. Feminizm fikrini desteklemesem de, Amanda Palmer’ın düşüncelerine ve eylemlilik tarzına bayılıyorum. Gaiman’la geçen sene ‘An Evening with Amanda Palmer & Neil Gaiman’ adlı bir CD çıkardılar. Aşağıya Neil Gaiman’ın Philadelphia University of Arts’tan mezun olurken yaptığı konuşmayı ekliyorum, izlemeye ve 20 dakikayı harcamaya kesinlikle değer. Bonus olarak da Amanda Palmer ve Neil Gaiman’ın banyo konuşmasını ekliyorum.

Keyifle

 

Açıklamalı Düzülke: Diğer Boyutlara Yolculuk

fotoğraf

Algı açıklığıyla ve düşüncelerimi şekillendirmesiyle matematiğin bağlantısını uzun süre önce keşfetmiştim aslında. Matematiğin kendimi ve içinde bulunduğum dünyayı açıklamaya yönelik kesinlik ve açıklık sağladığını farketmemle, iki üç işlemden ibaret olmadığını anlamam aynı zamanlara denk geliyor. Düşüncelerimi oluştururken izlediğim yöntemi daha temel bir yapıya oturtmamı sağlayan ise  ilk önce Ali Nesin’in yazdığı kitaplar daha sonraysa aldığım cebir dersleri sanırım. Yine Ali Nesin’in yazdığı tweetlerden birinde, ‘Modern anlamda efendiyle köle arasındaki fark, özünde, matematiksel kanıtı anlayıp anlamamakta yatar.’ diyordu. Buradaki efendi ve köle durumuna iki önerme olarak da yaklaşılabilir ve burada anlatmaya çalıştığım belki daha kesinlik kazanabilir. Bir önermeyi kanıtlarken, yöntemleri kavramak ve çelişkili önermeleri aradan elemek (tabii oluşturduğumuz bütün kıstaslar altında) doğru bilgiye bizi daha çok yaklaştırır. İstediğimiz bilginin doğruluğunu sınamada cebirin bu yüzden çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Postu hazırlarkenki niyetim konuyu bu kadar uzatmak değildi aslında. Ancak Açıklamalı Düzülke kitabını okumak isteyip matematikten hoşlanmadığı için kitaba çekingen yaklaşan arkadaşlarım oldu. Belki yine olur diye, matematiğe başka bir yönden bakabileceğimizi anlatmaya çalışıyorum.

Açıklamalı Düzülke adlı kitabı geçen sene doğum günümde hediye olarak almıştım. Aldığım en güzel hediyelerden biri oldu. Genelde matematikle ilgili raflardaki değişiklikleri özellikle takip etmeme rağmen (ki Türkçe kitap sayısı çok da fazla olmadığından bu çok zor olmuyor), gözden kaçırmışım. Kitabın orijinali, daha doğrusu hikayenin anlatıldığı kısım olan Düzülke’nin Helikopter ve Ayraç Yayınları’ndan çıkan açıklamasız versiyonu da mevcut. Ancak Ian Stewart’ın notlarının olduğu, Ayrıntı Yayınları’nın Ağır Kitaplar Dizisi’nden çıkan açıklamalı versiyonu çok daha faydalı, ayrıca cebir ile çok fazla ilgilenmeyenler de kitabı daha rahat kavrayabilir bu haliyle.

Edwin Abbott, Açıklamalı Düzülke’de, bize iki boyutlu bir düzlem üzerinde yaşayan ‘beyefendi’lerden düzgün kenarlı bir beşgenin Çizgiülke’ye, Noktaülke’ye ve uzaya yolculuklarını anlatıyor. Okurun düzlem üzerindeki yaşantıyı kavrayabilmesi için uzun uzun Düzülke’deki yaşantıdan bahsedilmiş. Kitaptaki ayrıntılar o kadar ince ve net ki, okuyan kişide en ufak bir soru işareti bırakmıyor. Diğer bir yandan, Düzülke’deki yaşantının kavranması önemli çünkü uzay ve düzlem arasındaki farklılıkları çok rahat ayırt edebiliyoruz.

Düzülke’nin en güzel yanı, iki boyutlu bir beşgenin bakış açısından uzayı incelerken koşullamalarla ne gibi zorluklarla yüzleştiği ve nasıl üstesinden geldiğini açıkça görmemiz. Bu durum, üç boyutlu uzay içinde yaşayan insanların dördüncü ve daha sonraki boyutları kavramasında rahatlık sağlıyor. Diğer bir deyişle, gördüğümüzden daha fazlasının var olabileceğini anlamamızı sağlıyor. Ek olarak da dördüncü boyutla ilgili kitabın sonunda Ian Stewart’ın bir yazısı var. Tabii burada kitabı yazıldığı dönem içinde değerlendirmek önemli, şu an için dördüncü boyut ve sonsuz uzaylarla ilgili bilgiye sahibiz, ancak 1800’lerin sonunda dördüncü boyutun da var olabileceğiyle ilgili bir hikaye yazmak çığır açıcı.

Kitapta politik yanlışlarla ilgili post-modernist bir ters yaklaşım da var ki bu oldukça zekice. Kadınların değersiz, alt sınıfa ait, öğrenme yeteneğinden yoksun birer çizgi olarak sembolize edilmesi, çemberlerin köşeleri olmadığı için kusursuz birer iktidara dönüştürülerek bu yetkiyi sadece doğumla elde edebilmeleri ve çemberlerin güç kaybetmekten korktukları için üç boyutlu bir dünyayı bilmelerine rağmen Düzülke halkının düşüncelerini iki boyut arasına hapsetmeleri en belirgin örnekler. Bu yanlışların doğru kabul edilerek anlatılması oldukça ironik.

Girişte de bahsettiğim gibi, diğer boyutlar üzerine düşünmek koşullandığımız bilgiyi sorgulamamızı sağlıyor. Açıklamalı Düzülke ise bu konuda rahatlıkla bir rehber olabilir. Kitaptaki her cümle bir tarafın dogmasından çelişki üretip yeni bir bilgi üretiyor. Abbott belki de, kitapta yarattığı beşgen üzerinden kendini Prometheus olarak tanımlamıştı. Öyle değilse bile bu onun için uygun bir tanım olurdu.